Çetin Erdoğan’ın Kaleminden “Eskimeyen Zamanlar”
Eskimeyen Zamanlar…
Geçmiş, anılar, yaşadıklarımız ,uzakta kalmış güzel günler, gülüşler, unutulmuş kelimeler, anılarımızda kalan tat ve kokular, zaman zaman belleğimizi yoklar…Bir kitapta okumuştum. Hayatı seviyorsanız, zamanınızı boşa geçirmeyin, çünkü zaman hayatın ta kendisidir.’’ Çünkü insan eskir, eskimeyen zamandır. Özelikle anılarımız… Anılar bizim için sevdiğimiz şeylere, kimliğimize ve kaybetmek istemediklerimize tutunmanın bir yoludur. ‘’Eğer anılar ruhu zenginleştiriyorsa , ona ağır bir yük yüklüyor demektir.’’ Diyordu. Frederic Amiel, zamanın içinde kaybolup giderken, eski zamanlara yakınlık bağlılık daha mı artıyor… daha iyi mi hatırlıyoruz bilemem…
Yine sıcak yaz gecelerinde, neredeyse bütün gecelerde olduğu gibi mahallenin bütün çocukları toplanmış, saklambaç oynamaya karar vermiştik. O gece ebe seçiminde ihale bende kalmıştı. Bahçe duvarına alnımı dayayıp sayı saymaya başladım. Saymaca bitince herkes çoktan saklanmıştı. Bahçelievler mahallesiydi mahallemiz. Tek katlı toprak evler , birer bahçe içindeydi. Bahçelerde erik, vişne ağaçları … bolca taze soğan, maydanoz ve mis gibi taze nane ile kaplıydı. Tek katlı evlerimizin betondan büyükçe balkonları vardı. Komşular ektiklerini, ağaçta topladıklarını birbirine sevgiyle… paylaşımla verir, karşılıksız yardımlaşmanın tadını çıkarırlardı. Saklanan arkadaşları öyle kolayca bulup ebelikten çıkma hemen olmuyordu işte…Epey mesai harcamak gerekiyordu. Ha bu arada en güzel bahçe Palulu Topal Mehmet’in bahçesiydi. Envai çeşit meyve ağacı… Harika havuzu, kenarda ise tek katlı kocaman evi vardı. Mahalledeki tek tük televizyonlu evlerden biriydi. Akşama doğru çizgi film saati olunca en sevdiğimiz oyunu bırakır , salonlarının kocaman demir penceresi önüne dizilir dışardan içerdeki o sihirli kutuya, yorulmadan saatlerce bakardık.
Ev sahibi bazen bıkar… hiddetli bir ses tonuyla, kovardı bizi. Bazen de hiç seslenmez saatlerce izlememize izin verirdi. İnsanlar öyle yaşama telaşı içinde değildi. Akşamları bir sükunet içinde yaşanırdı. Saklanan arkadaşları tek tek bulup oyunu kazanmanın keyfini çıkarır, neşe ile evlerimize dönerdik. Evlerimiz sade mi sade yuva gibi… huzurlu ama gösterişsizdi. Güneş bir başka, çok daha güzel doğardı sanki o zamanlar. Sabah erkenden dinç uyanırdık. Doğuda bir başka doğar güneş derdi şairler… doğunun küçük kentindeki mahallemiz bir başkaydı. Kahvaltı yapmadan karşı mahalle ‘den eşek üzerinde ayrancı gelirdi. Sıraya girer mis gibi taze yayık ayranı alırdı anneler… öğlen hazırlığını sabahtan yaparlardı. Sohbetler edilir, çocuklar toplanır eve kahvaltıya gidilirdi. Evde kalan ablalar, ayran faslı bitinceye kadar yer yatakları toplanır, kapı önündeki geniş balkonlar yıkanır, yer sofrası kurulurdu. Sini üzerinde çay bardakları dizilirdi. Öyle çok çeşit yoktu. Bir çanağın içinde siyah zeytin, büyük bir başka çanağın içinde domates, salatalık ve yağda kızartılmış top biber… çok güzel kokardı. Biraz da salamura peynir. Bolca da tandır ekmeği… ekmek çok… aşı az olurdu. Fukara aile menüsü idi işte. Azıcık aşım, kaygısız başım… öyle her evden hüzün taşmazdı. İnsanlar kimsesiz değildi şimdiki gibi. Ölmek bile bir başkaydı. Bir yastıkta kocardı insanlar. Öyle yalnız ve terk edilmiş değil de kırk yıllık yatağında ölürdü. Kahvaltı biter, sofra toplanırdı çocuklar yine sokağın serinliğinde oyunlar oynama başlardı. Yakan top, istop, beştaş, çizgi oyunu, damlarda birdir bir… ablalar etamin motiv işler, yaşlılar örgü örer…bin bir çeşit masallar anlatılır, kuytu köşelerde kitaplar okunurdu…ödevler yapılırdı. Sanki o anlar tüy gibiydi. Şimdiki gibi insanlar, insanların canını acıtmazdı. Mahallenin ortasında derme çatma tandırlar vardı. Sıra ile tandır yakılır, büyük bakır leğenlerdeki hamur , ince ekmekler şeklinde pişirilir, yanında top biberler közlenir… daha tandırdayken, nerdeyse yarısı yenirdi. Sıcak ekmek mis gibi közlenmiş biber kokusu halen belleğimde. Kışın bir başkaydı mahallemiz. Kar sessiz sessiz yağar, buluşurdu toprakla. Okul caddenin sonundaydı . Sabah uyandığımızda kar dizi boyunu aşardı. Yanan soba üzerinde kocaman demlikli çaydanlıklar….kalabalık olunca ev ahaline anca yeterdi. Sokaklarda kar dizi boyunu aşardı aşmasına yolu bulmak zorlaşırdı. Ayaklarımızı üşütmeyelim diye poşet geçirir öyle giyerdik çizmeleri. Okula giden mahalle çocukları birleşir zorlukla okula ulaşırdık. Karşı mahallenin çocuklarının işi daha zordu. Uzaktı okul onlara. Gelinceye kadar birinci dersi yarılardık. Akşamda öğretmen onlara erken izin verir, evlerine bin bir güçlükle dönerlerdi. Arada bir ayaz olur, ağaçlar kuru rüzgarda aheste aheste sallanırdı. Kuru dalların gölgesi vururdu camlara. Gece sobanın etrafında üşüşür yaşlılardan masal dinlerdik. Ceviz, pestil eşliğinde… kışın metrelerce yağan karı temizlemek yine bize düşerdi. Her damın üzerinde silindir şeklinde loğlar vardı. Karı temizleyip, damın toprağı sıkılaşsın da evin içlerine kadar su damlamasın diye saman döküp loğlardık. Yine de insanlar telaşlı değildi. Bir sükunet içinde yaşanırdı kışlar. Uykular bölünmeden uyunur, aşlar soğumadan yenirdi. Ve neşeyle karşılanırdı baharlar….